Dünya genelinde doğum oranları bazı ülkelerde belirgin bir şekilde düşüş göstermektedir. Bunların en çarpıcı örneğini ise Türkiye'den sonra dünyanın en az doğuran ülkesi konumuna gelmiş olan Güney Kore'de görmekteyiz. 2020 verilerine göre, Güney Kore’de doğum oranı 0.84 ile tüm zamanların en düşük seviyesine inmiş durumda. Bu durum, yalnızca ülkenin demografik yapısını değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve kültürel dinamiklerini de etkilemektedir. Peki, Güney Kore'nin neden bu kadar düşük bir doğum oranına sahip olduğu, burada yaşayan bireylerin çocuk sahibi olmayı neden bu denli ertelediği ve bu durumun toplumsal sonuçları nelerdir? İşte bu sorulara detaylı bir yanıt arayışımıza başlayalım.
Güney Kore'nin düşük doğum oranlarının arkasında birden fazla faktör yatmaktadır. Bu faktörlerin başında ekonomik koşullar, toplumsal baskılar ve kadınların eğitim seviyesi gelmektedir. Öncelikle, ülkenin yüksek maliyetli yaşam koşulları, özellikle de çocuk yetiştirmek için gereksinim duyulan maddi giderler, ebeveynlerin çocuk sahibi olma kararını ciddi anlamda etkiliyor. Ebeveynler, eğitim ve manevi yönden iyi bir gelecek sağlamak adına çocuk sayısını sınırlamayı tercih ediyorlar.
Güney Kore’de eğitim sisteminin yoğunluğu, rekabete dayalı bir yaşam tarzını beraberinde getiriyor. Çocukların, yaşamakta olduğu bu rekabetçi ortamda başarılı olabilmesi için aileler, harcamalarını olabildiğince artırma ihtiyacı hissediyor. Dolayısıyla, eğitimden doğum konusuna kadar geniş bir spektrumda yüksek maliyetleri karşılamak zorunda kalıyorlar. Bu durum ise, ailelerin daha az çocuk sahibi olmasına ve mevcut çocukları için daha fazla yatırım yapma eğiliminde olmalarına yol açıyor.
Güney Kore toplumunda kadınlar, tarihi olarak evin idarecisi ve çocukların bakıcısı olarak görülürken, son yıllarda artan eğitim olanakları ve iş gücüne katılımı ile birlikte bu geleneksel rol yavaş yavaş değişiyor. Kadınların iş gücüne dahil olması, kariyerlerini ön planda tutmalarına neden oluyor. Kadınların iş yaşamındaki artışı, çocuk sahibi olmayı ertelemelerine veya olumsuz bir seçim yapmalarına sebep olmaktadır. Özellikle iş hayatında kadının üstlendiği rollerin artması, aileye ayıracak zaman bulamamalarına ve iş-yaşam dengesini sağlamada yaşadıkları zorluklara dönüşüyor.
Diğer bir etkileyici faktör de toplumdaki beklentilerdir. Güney Kore’de aile yapısı genellikle 'mükemmel' çocuk yetiştirme üzerine kurulu olduğu için, ebeveynlerin çocuklarından bekledikleri başarı düzeyi oldukça yüksektir. Bu baskılar altında çocuk sahibi olma kararı, korkutucu gelebilir. Aileler, çocukların sosyal hayat ve okul başarısı gibi alanlarda en iyi performansı göstermesi için büyük bir çaba içinde olunca, yeni bir bireyin aileye katılması, ciddi bir sorumluluk haline geliyor. Bu nedenle pek çok çift, çocuk sahibi olmayı planlamakta zorlanıyor veya ertelemeyi tercih ediyor.
Güney Kore, politikalarında da bu durumun etkisini hissediyor. Hükümet, doğum oranlarını artırmak için çeşitli teşvikler sunmaya çalıştı, ancak bu çabaların yeterli olup olmadığı tartışma konusu. Güney Kore devleti, aileleri çocuk sahibi olmaya teşvik etmek adına finansal yardımlar, çocuk bakım hizmetleri ve doğum izni gibi çeşitli yasaları hayata geçirse de, bu engellerin yanında diğer toplumsal sorunları aşmak hala zor görünüyor.
Sonuç olarak, Güney Kore’nin düşük doğum oranları, yalnızca bir ekonomik mesele değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir sorun alanıdır. Çocuk sahibi olmanın getirdiği sorumluluklar ve toplumun dayattığı beklentiler, bireylerin aile kurma arzusunu olumsuz olarak etkilemektedir. Geleceğe dair belirsizlikler ve artan yaşam standartları ile birlikte, bu durumun nasıl değişeceği merak konusu olarak kalmaya devam ediyor. Ülkeler, bu tür sorunları aşmak için yenilikçi çözümler üretmeye çalışırken, dünyada aile yapısının ve dolayısıyla toplumun şekillenmesi üzerine de önemli etkileri olacaktır.